Sayfalar

29 Şubat 2012 Çarşamba

NASIL DÜŞÜNÜYORUZ


      Düşünmenin başlayabilmesi için, bir uyarıcı yeterlidir, düşünme başladığında,  bilincimizde karar verme sürecine kadar beyinde onlarca yer, taranır ve bir sonuca ulaşılır. Sonuç sonrasında, ilerisi için tahmin (yordama) yapılır ve karar verilir.
      Verdiğimiz karar, bizim düşüncemizdir.

Bilinç ve Düşünme Merkezi

      İnsanoğlu kendisi ile ilgili soru sormaya başladığı andan itibaren, düşüncenin nerede oluştuğunu sorgulamıştır.
      Bu binlerce yıllık bir serüvendir.
      Yıllar öncesinde, tespitleri olanlar, bilinmeyene cevap bulanlar, düşüncelerini paylaşmışlardır. Söyledikleri, taraftar toplayınca, daha geniş kitleler önünde açıklamalar yapmışlardır. Bu dönemin şartlarına uygun, otoriteyi rahatsız etmeyecek, herkesin anlayabileceği cevaplar kabullenilmiş ve sorulan sorular bir kabul edişe bağlı kalmak üzere cevaplandırılmıştır. Yapılan açıklamalardan hepsi gündemde yer almamıştır.
      Taraftar toplayamamış olanlar silinmiş, ancak konu ile ilgili olmayan fakat o dönemde güçlü ve etkin kişi ve kuruluşların kabul etmesi veya ilgi göstermesi ile gündemde kalmış olanlar tercih edilerek kullanılmıştır.
      Belki de bu gün söylenen düşünceler, yıllar öncesinde ortaya atılmış, ancak taraftar toplayamadığından unutulmuş eski düşüncelerdir.
      Gerçeğe çok yakın tespitleri olan bir çok araştırmacının tezlerinin tozlu raflarda kalması, insanoğlunun farkındalığı ile ilgilidir.
      Ne yazık ki, döneminin etkin güçlerinin harekete geçmemesi ile doğrudan daha uzak araştırmacıların tespitleri doğru olarak kabullenilmiştir.
      Radikallerin durmak bilmeyen daha net cevap bulma arayışları ile, normal olmayan insanlar ve çeşitli hayvanlar üzerinde, özellikle beyin üzerinde patolojik araştırmalar yapılmıştır. Bu araştırmalarda yüzlerce, binlerce hayvan beyni kesilerek incelenmiş, deneyler yapılmış, davranışlarındaki değişmelere göre kararlar verilmiş ve yapılan tespitler açıklanmıştır.
      Toplumla paylaşmalar, bilinmeyene cevap bulmanın zorunluluğu ile gerçekleşmektedir, Yapılan bilgilendirmeler, bu konuda araştırma yapmayan, düşünmeyen insanları dönemsel olarak rahatlatmaktadır.
     Düşünce merkezi beyin kabul edilmiştir. Akıl ve duygu ayırımının yapıldığı dönemlerde kalp işin içine sokulmuş, ancak yine de her şeyin geçtiği yer, beyin kabul edilmiştir. Okuma yazması olmayan bir kişi de, düşünme işinin gerçekleştiği yer olarak aynı organı göstermektedir. Bizi bu düşünceye sevk eden beynimizdir.
       Nasıl ki kalbimizin, akciğerlerimizin, midemizin yerini bu organlarımız çalışmaları sırasında bize fark ettirir, beynimizde çalışmasını bize fark ettirir. Ensemizin üstü ile kulaklarımızın ve gözlerimizin üzerinden geçen çizginin sınırladığı alanın üstünü, düşüncenin üretildiği bir bölge olarak fark ederiz. Bu tahmin etme, varsayma değil, fark etmedir. Fark ettiren de beyindir. Onun orada olduğunu fark ederiz.
      Bilincin beyin içindeki yeri için, farklı görüşler vardır. Bu görüşler içinde ağırlıklı olan, bilincimizi oluşturan şeyin bağ sistemi olduğudur. Bağ, her bir nokta ile haberleşmeyi sağlamaktadır, anlık hareketlenmeler yaratılmaktadır. Günümüzde de sıvı ve etten oluşmuş bu organın, bilinç oluşturma işlevi büyük bir muammadır.

“Beynimiz Bizi Haklı Çıkarmaya Programlanmıştır.”
      Beyin vücuda verdiği talimatlarla, bizim istediğimizi destekler.
        Oluşacak bir hayalin üç boyutlu görüntüsünü, tüm diğer unsurları ile beynin bulunduğu bölgede canlandırırız. Canlandırdığımız şeye inanırız (kabul etmek istemeye meylimiz yüksektir) İnandığımız şeye göre, beyin vücut içinde ayarlamalar yapar, yani talimatlar verir. Bu talimatlara göre, vücut tüm organları ile uygunluk sağlar.
      Örneğin, korku filmi seyrederken, filmin gerçek olmadığını bilmemize rağmen, beyin tarafından verilen talimat sonucunda, üretilen hormonların etkisi ile göz bebeklerimiz büyür, dilimiz kurur, derimizdeki tüyler diklenir, kalbimiz hızlı atar, soluk alıp vermemiz hızlanır ve  terleriz. Bu, bir dizi sistemin tetiklenmesi sonucunda gerçekleşir.

İçsel Nedenle Düşünme

      Düşünme nedeni, vücudumuzun içindeki bir yer ile ilgili olan düşünmelerdir. Beynimizde yer alan, herhangi bir şeyin içsel nedenle tetiklenmesi ile oluşan düşüncelerdir. Örneğin, hayal kurmayı istemek ve hayal kurmak.
       Basit, bileşik, fonksiyonel özellikte olabilirler. Yaratıcılık, psikoloji, motive olmak içsel nedenle düşünme ile ilgilidir.

Dışsal Nedenle Düşünme

      Düşünme nedeni, dış uyarıcılardır. Duyu organlarından biri veya bir kaçının uyarılması ile oluşan düşünceler, buna örnek verilebilir. Duygusal içerikli bir film seyreden kişinin duygulanıp ağlaması, duyu organlarından alınan uyarılara, gerçek olup olmadığına bakılmaksızın, uyum sağlama meylini göstermektedir. Burada filmin sanatçılarının rollerini iyi yapması önemli değildir. Olay gerçek olmamasına rağmen, beynimizin kısa bir süre için de olsa buna inanmasıdır. Bir başka önemli nokta, sanatçıların rol yaparken gerçeğinde olduğu gibi yaşamalarının, dışarıdan gözleyen bir kişiyi kandırabilmiş olmasıdır.
      İnsanlar hızla karar vermeye programlanmışlardır.
      İnsanlar, numara ile gerçeği karşısında, benzer biçimde düşünüp, karar verebiliyorlar. O halde, “Doğru Karar” sürecinde, ötelemenin nasıl yapılacağı öğrenilmelidir.
      Film seyrederken film karesinde görülmeyen stüdyoyu eşzamanlı zihnimizde canlandırabiliyor muyuz?
       Bilinçli olduğunu bildiğimiz insanın, bir filmin gerçek olmadığını bilmesine rağmen, gerçek gibi algılayıp, duygulanmasının nedeni ne olabilir?
      Düşünmeler, hangi nedene bağlı olursa olsun,  bir davranışı tetikliyorlarsa, karar verme sürecini uzatmak (öteleme), bu süre içinde, bağıntı sayısını arttırmak, ilişki sayısını arttırmak, verilen kararın kalitesini (çeşitli platformlarda) doğruluğunu arttıracaktır.

DÜŞÜNCE ÇEŞİTLERİ

DÜŞÜNCE ÇEŞİTLERİ

      Düşünceyi, kategorize etmek oldukça zor. Çok yönlü ve değişik platformlarda, birbirine değmeyecek, sonuçlar çıkabilir. Ancak, bazı şeylerin anlaşılabilir olması için, bilinen şeyleri modelleyerek düşünce çeşitlendirebilir.

Düşünce çeşitleri:
-    Seri Düşünce
-    Paralel Düşünce
-    Kuantum Düşünce

Seri Düşünce

      Düşüncenin birinci kademesi, seri düşüncedir. Seri düşünce, genelde, sınıflandırılmış bilgilerle gerçekleşen düşüncedir. Hiyerarşik bir düşünce tipidir.
      Sınıflandırılmış bilgiler, özellikle okul yıllarında, kitap dizini anlayışıyla kazanmış olduğumuz bilgilerdir. Bilgiler, basamaklar halinde belirlenmiş ve bir sıra takip edilerek verilmektedir. Seri düşünce dizini, bir düşünce haritasındaki kanyonlara benzetilebilir. Bu kanyonlara girenler, kanyon içinde akmakta olan nehirlerin üzerinde belirli ve sınırlı bir yol takip etmek zorundalar. Akışın yolu sınırlıdır. Nerede hızlanacağı, nerede yavaşlayacağı bellidir. Nerelerin riskli, nerelerin geniş ve rahat olduğu da bellidir. Bu nehre düşen bir sandalın, yol haritası bellidir. Nehir ya denize ulaşacak ya da bir baraja takılıp kalacak ya da nehrin kuruması ile karaya saplanıp kalacaktır. Seri düşünce için bir başka model de, elektrik direkleridir. Seri düşünce, ardı sıra dizilen elektrik direklerinin bir tel ile birbirine bağlanması gibidir. Tel üzerindeki elektrik akımı sıra takip eder ve tetikleme sonucu bir noktadan sona doğru hareketlenir. Eğer direklerden biri yıkılırsa, elektrik akımı kesilir. Bu düşünce sisteminin en büyük eksikliği, tek yönlü ve tek bir hat üzerinde olmasıdır. Tek hat, bir seçenekli,  zorunlu takip edilecek yol demektir.


Paralel Düşünce

      Düşüncenin ikinci kademesidir. Paralel düşünce de sınıflandırılmış bilgilerle gerçekleşen düşüncedir. Seri düşünceden tek farkı, birbirine paralellik gösteren bir değil, birden fazla yol olmasıdır. Düşünce kanyonunda yer alan nehrin bir veya daha fazla kollara ayrılmasını modellersek, her bir kolun uzunluğu, debisi, genişliğinin azaldığı veya arttığı yerler, bellidir. Nehre bırakılan sandalların, takip edeceği yollar sınırlı ve belirlidir. Hiyerarşik bir düşünce tipidir. Paralel düşünce, bir önceki düşünce tipinin örneğinde olduğu gibi aynı elektrik hattından birden fazla olması durumudur. Burada da iletim, tek yönlüdür. Düşünce, bir noktadan beslenir, belirlenmiş bir yoldan akar.Tercih edilen yola göre gideceği rota belirlidir.


Kuantum Düşünce

      Düşüncenin üçüncü ve en gelişmiş kademesidir. Şehirdeki telefon şebekesi buna örnek gösterilebilir. Beyinde düşünceyi meydana getiren her türlü uyarım birbiriyle haberleşmektedir. Bir akımın tek bir yönünden bahsedilemez.
      Günümüzde telefon hatları, birden fazla iletime imkan verebilecek seviyeye gelmiştir. Fiber optik kablo ile  birden farklı iletimin aynı kablo içerisinde gerçekleşmesine imkan tanımaktadır. “Adsl” olarak adlandırılan sistemde bir kablo üzerinde hem telefon görüşmesi yapılmakta hem de bilgisayarların internete bağlanabilmesi sağlanabilmektedir. Gönderilen akımlar, birbiri üzerinden birbirini değiştirmeden geçebilmektedir.
      Kuantum düşüncede, dış uyarım sonucunda, beyin, aynı anda binlerce nöronu tetikleyebilmekte ve birbirinin etkisini arttıran dev bir enerji oluşabilmektedir. Nöronlar birbiriyle ilişkilendirildiklerinden, akım birden fazla yolla nöronları tetiklemektedir. Kuantum düşüncenin şiddeti, bir futbol maçı sırasında hep bir ağızdan söylenen sloganların, çalınan ıslıkların ses şiddetine benzetilebilir. Bu düşüncede öğrenilenlerin, bir çok öğrenilenle ilişkisi kurulabilecek, kavram bellek düzeyinde öğrenme gerçekleşebilecek, unutma da zorlaşacaktır.
      Kuantum düşünce, kuantum planlamayı gerektirir.
      Örneğin, bir sanayi kuruluşu, üretim yaparken hem iyi bir mal üretmeyi, hem malını pazarlamayı, hem işsizliğe çareleri, hem de sağlık hizmetlerinin iyileştirmesini eş zamanlı, eş önemde düşünebilir, planlayabilir, uygulamaya koyabilir. “Sanayi kuruluşları kar yapmak için vardır, sosyal meselelerle ilgilenmezler” mantığı, düşünce sistematiğinin alt hali olan seri düşünceye örnek gösterilebilir.
      Günümüzde Kuantum Düşünceye paralel, kuantum şirketler, kuantum planlardan söz edilmektedir. Kuantum düşünce, bir olaya farklı açılardan, taraf tutmadan, bakabilmeyi gerektirir. “Bağımsız olabilme, bağımsız yaşayabilme eşiğini” geçemeyen insanlar, yaşadıkları çevrede, güven içinde olmak için, bir gruba dahil olmayı tercih etmektedir. Bu tercih, onları birey olmaktan uzaklaştırmaktadır. Bu insanlar kutuplaşmaktadır, taraf tutmaktadır. Doğru ve yanlışı ayırt etmek yerine, kendilerine yakın olan, aynı gruptan olanların yanında, tarafında olmaktadırlar. Bu tür yaşantısı olanlar, düşünce üretiminde bulunamazlar. Kuantum düşünemezler.
      Yaşanılan çevrenin özellikleri, bu çevre içinde yaşayan insanların düşünürken kullandıkları düşünce biçimini, çerçevesini de belirlemektedir. Yüksek düşünce gücüne ulaşmak isteyenler, kendilerini bağlayan, onları düşünce tutsağı haline getiren zincirlerden kurtulmak zorundadırlar

28 Şubat 2012 Salı

ANLAMAK

Anlamak
         Haz duymanın birinci basamağı, anlamaktır. Anlama sağlandığı sürece, öğrenme olmasa bile, kişi yeni bir şeyler öğrenmeye motive olacaktır. Öğrenciler için anlama, öğrenme kadar önemlidir. Okullarda yapılan öğretim, planlı olduğundan, öğrenme basamaklarında anlamayı sağlayacak detaylara yer verilmelidir. Sınıf içinde sorulan “Anlamadığınız bir nokta var mı?” sorusu, istediğimiz ortamı, yani öğrenme ortamını sağlamakta herhangi bir katkı da bulunmaz. Bu soru sonrası, anlamadığını söyleyen öğrenci için, yapılan şey tekrar etmektir. Bu şartlarda yapılan tekrarın da öğrenmeye katkısı yoktur.
         Anlamak ve öğrenmek arasında doğrusal bir ilişki vardır ancak, anlamak öğrenmek demek değildir. Okuldaki öğrenmeler bilişsel alan öğrenmeleri olduğundan tekrar ile pekiştirmenin yeni deyimi ile DNA değişiminin sağlanması gerekir.
Anlama temelleri ailede verilmelidir. Çocuk, önce, anne ve baba tarafından anlaşıldığını bilmelidir. Çocuğun sorduğu her soru karşılığında, çocuğu tatmin edecek ve doğru olan bir açıklama yapılmalıdır. Açıklama yapılırken de yukarıdan bakan bir eda ile açıklama yapılmamalıdır.
 İdeal iletişimde duyu organlarının eşit yükseklikte olmasına gayret edilmelidir. Her açıklama, çocuğun, bütünden parçalara, parçalardan bütüne düşünebilmesinin temel kodlarını verecektir. “ Büyüyünce öğrenirsin” deyişi asla kullanılmamalıdır. Çünkü, büyümek ve öğrenmek her zaman doğru orantılı ifadeler değildir. Çocuk bir taraftan büyümüş ancak, öğrenmemiş insanları görmekte, bir taraftan da zaman ile öğrenme arasında anlamsız bir ilişki kurmak zorunda kalmaktadır. Çocuğun karşılaştığı her şey, o zaman diliminde anlamlandırılması gereken şeylerdir. Soru sorulduğuna göre, çocuk onu fark etmiştir. Demek ki anlama zamanı gelmiştir

DAHA FAZLASINI ÖĞRENMEK İÇİN OKUL

OKUL YILLARI
     Çocuklarınız veya çevrenizdeki çocuklar sizin geçtiğiniz yollardan geçecekler. Sizin öğretim hayatınızı gözden geçirin, sorgulayın. Belki bir yerlerde hatırlayacaklarınız bir başkası için kılavuz olacak, herkesle paylaşın.

Daha fazlasını öğrenmek için okul

         Okul, tüm aileler için, kutsal bir yerdir. Zamanı geldiğinde, her anne ve baba, büyük bir ihtimamla büyüttüğü çocuğunu, okula, öğretmene teslim eder. Bebekken, başkalarının kucağına vermekte zorlandığı çocuğunu, onlarca çocuğun bulunduğu bir ortama hem de tek başına bırakacaktır.
İlk yıl için var olan bu sihir, daha sonraki yıllarda yerini, başka bir şeye bırakacaktır; Müdahaleye.
Çocuk, ebeveyn için üstün insan olmalıdır. Her sorulana bilgisayar gibi cevap vermelidir.
Üstün insan, üretilebilir. O halde bu zorlanmalıdır.
Ne yazık ki, bundan sonraki seneler, öğrenmenin azap olduğu senelerdir.
Hayata, mutlu olmaya, mutlu olmak için öğrenmeye hazırlanmak yerine, bir başkasından önde olmanın mücadelesi başlamıştır.
Öğrenme, yerini, sorulan sorulara doğru cevap vermeye bırakmıştır. Varsa yoksa, sorulan sorulara doğru cevap vermek. İşte, okulda, öğrenmede, okumada,  başarıda, yani  bir öğretim için gerekli olan her şey, sadece sorulan sorulara “doğru cevap” verme halini almıştır.  Bu dönemler, yanlış şeylerin yapıldığı senelerdir. Çocukların öğrenme hevesi şekil değiştirmiştir. Öğrenmek, anlamak, haz duymak, araştırmak, ilgi duymak, ortadan silinmiştir.
Tüm bu olanların sonunda yapılanlara bir ad vermek gerekirse buna “öğrenme” denilemez. Öğrenmenin son aşamasında oluşan tek şey “haz duymak” tır. Burada öğrenme ve haz duyma arasında ilişkilendirme bile yapılamaz.

         Şimdi gerçekleri bir tarafa bırakarak, olması gereken öğrenme üzerinde değerlendirmelerde bulunalım;

Öğrenme, kişinin bir faaliyetidir. Öğretim ile öğrenme yan yana gibi görünürler, ancak, aynı şeyler değildirler. Yaşam kalitesi için öğrenme gereklidir.
Edebiyat dersindeyiz. Öğretmenimiz Necla hanım getirmiş olduğu romanı okuyor. Hepimize ödev vermişti. Roman okunacak ve özeti çıkarılacaktı. Sınıftaki arkadaşlardan bir kısmı ödevini yapmamıştı. Bu güzelim romanı okumamışlardı. Ben, roman okumayı çok seviyorum. Adeta romanın içine giriyorum, okumuyorum, romanın içinde yaşıyorum. Gelecek hafta sınav olacak. Sınavda mutlaka roman ile ilgili sorular sorulacak. Ben yine bildiklerimi yazacağım, onlar da kopyalarındakilerini. Hepimiz geçer not alacağız.
Ama ben onlardan bir fazlası olacağım, çünkü, öğreneceğim.”

YAPILANDIRMA BASAMAKLARI


Yapılandırma basamakları

         Bir inşaat yapmak istiyorsunuz. İlk önce vereceğiniz karar, ne yapmalıyım, ev mi yoksa başka bir bina mı? Amacım ne? Amacım doğru mu?
İmkanlarım nasıl bir inşaatı yapmaya yeterlidir?
Binayı kullanmaya başladığım da masraflarını kaldırabilir miyim?
Tüm bu sorular iyi bir planlamayı gerektirir. Bu tür planlamalarda plan çerçevesini doğru belirlemek için, 5N + 1K sorularını sormalısınız.

 1. Niçin
 2. Ne zaman
  3. Nerede
  4. Nasıl
  5. Ne
  1. Kim

ÖRNEK:
“ Bir inşaat yapmak istiyorsun. Önce mimara gidip yapacağın inşaatla ilgili bilgi vermelisin. Bilgi verirken istediğini belirtmek üzere 5N+1K sistemine göre açıklama yapmalısın.
  Kendine sorman gereken sorulardan bazıları aşağıya yazılmıştır;
 - Ne istiyorsun, mimara nasıl bir inşaat diyeceksin?
- Mimarla beraber çizim taslakları hazırla
- Yerleşim planı
- Ölçüler
- Pencereler nereye yapılmalı, odalar nereye yapılmalı, kapılar nerede ve nasıl olmalı?
………………………………
Gerçek planın çizimi için başlama zamanı geldi mi?
- İmalat planı
- Zaman planı
- Malzemeler
- Tedarik planı
- İşçiler
- Kontrol sistemi
- Kontrol basamakları
- Başla


Sonuç;
İnşaat yapmakta amaç, bir inşaat yapılması değil, binanın amaca uygun yapılması ve kullanılmasıdır.

Öğrenmede amaç, bir bilginin bellenmesi değil, bu bilginin kullanılmasıdır.

AMELE-ÇIRAK-KALFA-USTA-ÜSTAT

Amele, çırak, kalfa, usta, üstat

         Yukarıdaki başlıkta verilen basamaklar bilgeliğe giden yoldaki aşamaların basamaklarıdır. Her öğrenmede bu basamaklar vardır.
Öğrenen kişiler, önce, bilgiyi anlarlar, sonra bilirler, sonra bu bilgiyi kullanırlar, en sonunda da bu bilginin daha gelişmişi, daha tekamül etmişi yani “yeni bilgi” yaratırlar. Bu gelişme ve değişme zinciri, tamamlandığında şu bilinmelidir; şimdi mükemmel olan yeni bilgi, yeni başlayan sürecin eskisidir, bunun üzerinde de aynı dönüşüm gerçekleşecektir.


“Artık diplomaya güvenme devri bitti, şimdi üstatlık devri başladı”.
Bilgiyi bilenler; uzman,
Mükemmelini yapanlar yaratanlar; üstat olurlar.

EN AZ BİR KONUYU ÇOK İYİ BİLMELİSİN

Bir veya Daha Fazla Konuda Otorite ol

         Otorite olmanın getireceği sorumluluktan kaçanlar ise derinlere dalmazlar, yüzeysel bilgilerle, başkalarının doğruları ile yaşarlar.
Derinlikleri fark edenlerden birkaçı derinlerde yaşar, gördüklerini paylaşmazlar. Bazıları ise her ayrıntıyı paylaşmak isterler. Derinlerde görülenler, derinlere dalamayanlar için anlatılmalıdır, paylaşılmalıdır.
Sadece kendine saklanan bilgi paylaşılamadığından yüksek haz duyma için ortam hazırlamaz. Bir kere paylaşılmaya başlanırsa, gelişmenin önü açılır, otorite olmanın da kapısı aralanır. Ta ki başka biri aynı derinliğe inene kadar

ANLADIĞINI DERİNLEŞTİR


Anladığını derinleştir

         Öğrenme basamakları anlamakla başlar. Anladığını bilmekle devam eder. Bilinenler de kullanılmalıdır.
Yazın denizlerde yüzen yüzlerce insanın keyfi, yüzlerine yansıyor. Suyun kaldırma kuvvetinin keyfini çıkarıyorlar. Bir taraftan hava sıcaklığı, bir taraftan suyun bedeni sarma duygusu. Ancak, deniz yüzeyinin hemen altında bir de denizlerin derinliklerinin, o derinlikte bulunmanın verdiği zevk var.
Denizin derinlikleri bir çok insan için başlangıçta, ürkütücü gelir. Ancak, dalgıçlık yapanlar deniz altının denizin üstünden çok daha heyecan verici olduğunu söylerler.
İnsanların beyninin derinliği de ürkütücüdür. Bir beynin düşündüklerinin gizlilikleri, gizemi, yapabileceklerinin sınırsızlığı, gerçekten de ürkütücü. Belki de insanlar bu ürkmeleri yaşamamak için, “sığ” kalıyorlar. Başkalarının hayatları ile ilgilenip günlük gündemlerle zamanlarını geçirmeyi tercih ediyorlar.
Deniz yüzeyinden, deniz altının devasa mükemmelliği görünmez. Ama bir de derinlere inerseniz; artık, sığ ve basit bir yaşamı kabullenmek istemezsiniz. Milyonlarca canlının, birbiriyle ilişkili yaşantısı ve buna eşlik eden bir çevre ve tüm bunları saran su…

Derinlik, yüksek hazdır.

HAYATTAN ZEVK ALACAĞIN EN AZ BİR NEDEN VAR

Hayattan zevk alacağın en az bir neden var.
Onu bilmek için öğren

         Hayattan kim daha fazla zevk alır? Düşünen mi? Düşünemeyen mi?, Bilen mi? Bilemeyen mi? Okuyan mı? Okumayan mı?
Sürekli öğrenmeden, gelişme ve değişme yaşamadan hayatın derinliklerine inmeden, sormadan, araştırmadan, kendimizi bulmadan sadece satın almakla, sıradan yaşamakla mutlu olunabilir mi?
Çok zengin insanların mutlu olduklarını, hayattan çok zevk aldıklarını düşünüyor musunuz? Cevabınız hayır ise nedeni?
Hayattan zevk almanın birinci basamağı kendini tanımak ve olduğu gibi kabullenmekten geçer. Yeteneğinizin olmadığı alanları geliştirme ye çalışmak yerine doğru ve geçerli yönlerinizi geliştirin, yanlışlarınızı en aza indirin. Bundan sonra çevreyi tanımak ve onları kabul ederek ilişkileri düzenlemekle devam edin. Kendinize özel en az bir uğraş alanı belirleyin ve bu sizin mutluluğunuzun temel kaynağını olacaktır. Ayrıca, özel uğraş alanlarınızı size özeldir, kimsenin takdirini, onayını beklemeyin, ayrıca; kimseyle paylaşmak zorunda da değilsiniz.

KARAKTERİMİZ VE KİŞİLİĞİMİZ KADERİMİZ DEĞİLDİR

KARAKTERİMİZ  VE KİŞİLİĞİMİZ
KADERİMİZ  DEĞİLDİR

      Karakterin şekillenmesi, kişiliğimizin oluşması doğumla başlar önce hızlı daha sonra da yavaşlayan bir şekilde devam eder.
      Özellikle ergenlik yaşından başlayarak oturan karakter öğelerini o kadar çok sahipleniriz ki davranışlarımızı eleştirenler sanki bizi eleştiriyor gibi yani bize karşı savaş açmış gibi algılar hemen savunmaya geçer veya eleştirenlerin de açıklarını bulup karşı saldırıya geçeriz.
      Halbuki eleştiriyi sadece üzerimize giydiğimiz bir giysimizin eleştirildiği gibi algılayabilsek, giysimizi çıkarıp yeni bir giysi giyerek problemi kökten ortadan kaldırabiliriz. Kendimizi karşı tarafın yerine koyup onun düşünce haritasından bakmayı öğrenebilsek hataları görebilmek çok daha kolay olacaktır.
     
      Taraf tutmadan, objektif bir gözle bakabilmeyi, ölçebilmeyi, değerlendirebilmeyi öğrenmek ve içselleştirmek iyi bir başlangıç olacaktır.
      Önce kendimize yargısız bir şekilde dışarıdan bakan bir göz gibi objektif bir gözle bakmayı öğrenmeliyiz.
      Bunu nasıl başarabileceğiz?
      Önce bilincimizi boşaltıp, daha önce hiç görmediğimiz bir kişiye bakar gibi kendimize bakmayı denemeliyiz.
      İnsanlar kendi gözleriyle asla arkalarını göremezler.
      Başımızdan topuklarımıza kadar arkamızdan nasıl göründüğümüzü hayal etmeyi öğrenmeyle başlayalım.
      Şimdi bunu nasıl yapacağımızı öğrenelim;
      Önce karşılıklı paralele yakın yerleştirilmiş iki boy aynasının arasına arkamızı göreceğimiz bir şekilde yerleşelim.
      Daha sonra da yavaş yavaş saçımızdan başlayarak ayak topuklarımıza kadar bakalım.
      Sonra gözlerimizi kapatarak gördüklerimizi hayal edelim.
      Sonra gözlerimizi açıp tekrar aynalar arasındaki yerimizi alıp, hayal ettiğimizle gerçek görüntümüzü karşılaştıralım.
      Bu işlemi hatasız, eksiksiz hayal edene kadar tekrar edelim.
      Yapmış olduğumuz çalışmayı ev, işyeri, kapalı ortamlar, bir çok eşya veya cisim için tekrar edelim. Ne dersiniz hayal ile gerçek uyuyor mu?

FİZYOLOJİK İNSANDAN SOSYOLOJİK İNSANA

FİZYOLOJİK İNSANDAN SOSYOLOJİK  İNSANA
      Doğumdan başlayan ölene kadar devam eden insan olma sürecinin her bir detayının sorgulanması, dikkate alınması bu sürecin yönetilmesi insanoğlunun geleceğinin de kaderini belirler.
      Sadece ailesine bırakılan bir süreçte kontrol edilemeyen yaşantıların, o çocuğun ileride dünyanın kaderini değiştirecek adımlar atabilecek nedenleri oluşturabileceğini unutmamak gerekir.
      2. Dünya savaşını çıkaran ve dünyanın geleceğini değiştiren Adolf Hitler de bir zamanlar çocuktu.
      Çok özellikli bir çocuğun anlaşılamaması, zamanında ona uygun öğrenmelerin yapılamaması sonucunda o çocuğu da kaybedebiliriz. Kaybolmuş, yitirilmiş bir değerin nedeni de bizler olabiliriz.
      Hamileliğin ilk anından ölümüne kadar dünyaya gelen her insanın doğru tanımlanması ve en uygun şartlarda eğitilmesi insanoğlunun en önemli görevidir. 
      Hiçbir insan; ailesi, soyadı, zenginliği, itibarına göre önemsenemez. Olanaklardan kendisi için gerektiği kadar yararlanmasının önüne engel konulamaz.
      Her insan özeldir.

      Maalesef günümüzün yaygın uygulaması insanların davranışlarına göre ödüllendirilmesi veya cezalandırılmasıdır.
      Unutulmamalıdır ki her çocuk kendisi için en uygun şartlarda yaşasaydı, eğitebilseydi bugün hapishanelere, kanunlara, gerek olmazdı.
      Yanlış adım atanların bu adımları atmadan çok önce hayatlarının şekillenmesi doğru olarak yapılabilseydi o insanlar işlerinde yaşamlarında başarılı ve mutlu insanlar olarak yaşıyor olacaklardı.
      Siz çocuklarınızın yetişmesinde asla ileride hayatını etkileyecek kalıcı hatalar yapmamalısınız. Çevrenizdeki eleştirilere kayıtsız kalmayın. Mutlaka değerlendiriniz.

İNSANLARIN YARATTIĞI, NEDEN OLDUĞU PROBLEMLERİN TEMEL NEDENLERİ

İNSANLARIN YARATTIĞI, NEDEN OLDUĞU PROBLEMLERİN TEMEL NEDENLERİ

İnsanların neden olduğu problemlerin temel nedenlerini dörde ayırarak inceleyebiliriz;
1.     Fizyolojik
2.    Psikolojik
3.    Sosyolojik
4.    Yanlış Veya Eksik Öğrenmeye Dayalı
Bir problemin yukarıda temellerden bir veya bir kaçına dayalı nedeni olabilir. Doğru nedenler bulunmadan çözüm de bulunamaz.

Fizyolojik Temelli Nedenler
      Fizyolojik temelli nedenlerin baş faktörü İNSAN BEYNİDİR. Atalarımızdan gelen genlerimiz, genlerimizin meyilleri, hamilelik süreci, sağlıklı olup olmamak da fizyolojik faktörlerdir.

Psikolojik Temelli Nedenler
      Psikolojik temelli nedenlerin baş faktörü İNSAN BEYNİDİR. Ruhsal nedenlerdir.

Sosyolojik Temelli Nedenler
      Sosyolojik temelli nedenlerin baş faktörü ÇEVREDİR.
      İnsan doğumundan itibaren bir çevre içindedir. Çevre adeta bir fanus gibi kişiyi çerçevelemiştir. Önce aile, yakın çevre, akrabalar, komşular, arkadaşlar, mahalle, okul, yaşanılan yer, toplum, millet nihayetinde dünya. Bunlar kişinin sosyal doğruları kazandığı yerlerdir.

Yanlış Veya Eksik Öğrenmeye Dayalı Nedenler
      Öğrenmeye dayalı nedenlerin baş faktörü yanlış, eksik öğrenmedir.
      Burada bahsedilen öğrenme sırasındaki aktarılanların sadece eksik veya hatalı olması değil, öğrenme metodunun da eksik veya hatalı olmasıdır.

EĞİTİM VE ÖĞRETİMİN TEMELLERİ

EĞİTİM VE ÖĞRETİMİN TEMELLERİ

   Çağdaş bir bakışla her insanın ülkesi ve insanlığın bir elemanı, zenginliği, kaynağı olduğu söylenebilir. Yani dünyaya gelen her insan zenginliktir, eğitim ve öğretimi çok hassas bir yaklaşımla planlanmalıdır.
   İnsanlar birbirinden farklıdır. Hiçbir insanın tıpkısı yoktur. Yaşamları süresince mutlu ve başarılı olabilmeleri için önce onların sosyal bir ham madde olarak ne olduğu tespit edilmelidir. Bu işlem bir sınav sonucunda ortaya çıkabilecek kadar basit değildir. Özellikle 0-21 yaşları arasındaki süreç yönetilmelidir. Yapılan tespitlere uygun bir planla insanlığın ortak noktaları, dahil olduğu milletin ortak değerleri, kültürü öğretilmeli bununla eş zamanlı kişisel özelliklerine göre kişiye özel programlarla adeta işlenmeli, okul yılları içinde gelişmesi sağlanmalıdır. Hayata atılmadan önce kendisi ile ilgili herhangi bir soru, eksik bırakılmamalıdır.
   Sonuçta, doğru bir şekilde donatılmış insan olarak hayata atıldığında da ondan yararlanılmalıdır. 

 EĞİTİM VE ÖĞRETİM SÜRECİNİN ANA BAŞLIKLARI

v  İnsan Beyninin Potansiyel Ölçümü-Tespitler
ü  Zekâları
ü  Yetenekleri
ü  Kapasiteleri
v  Temel Bilgiler-Bilimlerin Öğretilmesi
ü  Türkçe
ü  Matematik
ü  Fen Bilimleri
ü  Sosyal Bilgiler
v  Temel Bilgilerin Kişide Beceriye Dönüşümünün Sağlanması
ü  Türkçeyi Kullanma Gücünün Standartlarının Kazandırılması
ü  Matematiksel Düşünme, Matematiği Kullanma Gücünün Standartlarının Kazandırılması     
ü  Fen Kavram ve İlkeleriyle Düşünme, Kullanma Becerisinin Kazandırılması
ü Sosyal Bilgileri Kazanma, Kullanma Becerisinin Kazandırılması
v  Ortak Değerler
ü Ortak Kültürün öğretilmesi
ü Örf- Adet- Geleneklerin öğretilmesi
v  Ortak Değerlerin Kazandırılması
ü Ailede Eğitim
ü Okulda Eğitim
v  Kişiye Özel Eğitim ve Öğretim Planı
ü Kişiye Özel Alanlarda Temel Bilgi ve Becerilerin Kazandırılması
ü Kişinin Yeteneklerine Paralel Kişiye Özel Standart üstü Bilgi ve Becerilerin Kazandırılması
v  Eğitim ve Öğretim Uygulamaları
ü  Kişiye Özel Çalışmalar
ü  Okul Çalışmaları
ü  Okul Dışı Çalışmalar
v  Yapılanların Ölçülmesi Değerlendirilmesi
ü  Ölçme ve Değerlendirme
v  Eksiklerin- Hataların Tespiti
ü  Ölçme Ve Değerlendirmeler Sonucunda Eksik ve Hatalı Öğrenmelerin Tespiti
v  Yama-Değiştirme-Geliştirme Programları
ü  Eksiklerin Giderilmesi İçin Tamamlama Çalışmaları
v  Meslek Edindirme Programları
ü  Üniversiteye Hazırlık Çalışmaları
v  İş Hayatı İçinde Değiştirme- Geliştirme Programları
ü  Meslek Hayatındaki Başarıyı Arttırma Çalışmaları

BEYNİN HARCADIĞI ENERJİ

BEYNİN HARCADIĞI ENERJİ

      Beyin, glikoz(şeker) ve oksijen yakar. Beynin günlük harcadığı enerji yaklaşık 500-600 kaloridir.  
      Beyin 24 saat çalışmasına rağmen ihtiyacı olan enerji çok azdır.
      Zihinsel matematik işlemlerde %2 lik bir enerji fazlalığına ihtiyacı vardır. Bu da sınava giren öğrencilerin çok yüksek enerji sağlayacak yiyecekleri almasının doğru olmadığını göstermektedir. Uyku halinde %3 lük enerji kullanımı düşüklüğü oluşur. Demek ki uyumak beynin ihtiyacı olan enerjiyi pek de değiştirmiyor.
    Bu kadar az enerjiyle insanlık tarihini değiştirecek buluşlar yapabilen beynimizi tanımalıyız.
      Mükemmel verimlilikle çalışan olağanüstü makineyi anlamalı, onu önemsemeli ve tüm eğitimimizi beynin gerçeklerine göre yapmalıyız.

      İnsanlığın sorunlarının kaynağı sorunları yaratan beyinlerdir. Çözümleri de yine başka beyinler bulacaktır.
      Sorunu yaratan beyinler çözümü bulamazlar.
     
      Kendi çocuklarımızın eğitimi için harcadığımız zamanı, parayı gösterdiğimiz çabanın en azından bir kısmını mükemmel beyinlerin bulunması ve insanoğlunun geleceği için iyi eğitilmesi için harcamalıyız.

      Bu bir insanlık görevidir.

BEYİN HÜCRESİ (nöron)

Bell laboratuvarı bilim adamı Claude Shannon 1940 yılının sonlarında, veri iletiminin iletişim kapasitesinin birimi olarak, saniye başına parça (bps) (bit) kavramını kullanmaya başladı.
* Bir televizyon kanalının bilgi iletim hızı, 10.000.000 bps
* Bir telefon şebekesinin bilgi iletim hızı, 3.000 bps
* Bir dokunma bilgisinin duyumsal kortekse ulaşma hızı, 10.000.000 bps
* Kulaklarda akustik sinirlerden duyum gönderme hızı, 30.000 bps
  Ortalama bir sözcük, 10 bps kabul edilir.
* Çıkış kanalımız konuşma ile iletişim hızı, 10.000 bps
* Piyano virtüözleri ve uzman daktilocuların bilgi üretme hızı, 25 bps
* Her sinir birleşim yerinin, 1bps ye karşılık geldiği kabul edilirse; 100 milyar sinir birleşiminin maksimum 100 oranıyla çalıştığı varsayıldığında, korteksin bilgiyi işlemden geçirme hızı, 10.000.000.000.000 (10 trilyon) bps . Beyin, bilgisayardan 10.000 kez daha hızlı çalışır.
* Bilinç veri oranı 15-30 bps

SİNİR HÜCRELERİ ARASINDAKİ İLETİM
* Akson boyunca taşınan bioelektrik sinyaller, ayrılmış kolların uçlarında bulunan dendritlere geldiğinde, direkt olarak diğer hücreye geçiş yapamazlar. Çünkü sinir hücreleri kollar ile birbirine yapışık değillerdir, aralarında boşluk vardır. Bu boşluk ancak elektron mikroskobu ile görülebilir. Karşılıklı gelen boşluğa sinaps denir.
* Nöronlar arasında oluşabilecek sinaps sayısı 2.000 ile 10.000 arasındadır.
* Her gözde 130 milyon civarında ışık alıcı hücre vardır. Buraya gelen sinyaller, 5 santimetrelik görme siniriyle beyne ulaşır. En büyük sinir çapına sahiptir.
      Canlı beyinlerinden bir kaçının yaklaşık ağırlıkları (Ana kaynak- Eric H. Chudler’s Homepage), Balina 8 kg, fil 6 kg, şişe burunlu yunus 1.500 g, deve 762 g, zürafa 680 g , su aygırı 582 g, at 532 g, kutup ayısı 498 g, inek 425-458 g, şempanze 420 g, aslan 240 g,  koyun 140 g, köpek 72 g, kedi 30 g, tavşan 10 g, timsah 8,4 g, fare 2 g, kaplumbağa 0,3 g , yeşil kertenkele 0,08 g ‘dır.
      Tüm organlarımız gibi beynimiz de en mükemmel şekilde yaratılmıştır ve en üst düzeyde hizmetimize sunulmuştur. Kullanma kılavuzu olmadığından, kendi doğrularımızla kullanmakta olduğumuz, asla daha mükemmelini yapamayacağımız  bir doğal makinedir.
      Beyin hücrelerimiz hariç, vücut hücrelerimiz daima yenilenir. Ancak farklı dokulara ait hücrelerin ölüm ve yenilenme süreleri farklıdır. Bir alyuvarın ortalama ömrü yüz yirmi gündür. Deri ve karaciğer hücrelerimiz çok hızlı yenilendiği hâlde kas hücrelerimiz çok yavaş yenilenir. Beyin hücrelerimiz ise yenilenmezler.
      Yeni doğan bir bebekte  280-380 gram ağırlığında olan beyin ilk üç yıl içinde çok hızlı gelişerek, yedi yaşlarında hemen hemen ergin insandaki büyüklüğe yaklaşır. Bundan sonraki büyümesi ise çok yavaşlar.
      Beynin anne karnındayken başlayan gelişim sürecinde, her saniyede yaklaşık 4.000 sinir hücresi(nöron) meydana geldiği tahmin edilmektedir.
      50 yaş civarında da bu hücrelerin hemen hemen % 10’u iş göremez duruma gelebilmektedir. Beyin hücreleri çalıştığı sürece, titreşim enerjilerini koruyabilmektedir. Yani canlılıklarını koruyabilmektedirler.
      İnsan vücudu başta beyin olmak üzere mükemmel çalışan bir makine ve değişebilen, gelişebilen bir nükleer enerji santralı gibidir. Bir sinir hücresindeki mitokondri, yani enerji santrali sayısı 10.000 e yakındır.
      Vücutta her hücre çalışmakta ve birbirine yardım etmektedir. Sadece bir görme sistemimiz için bile yüksek teknolojik imkanları olan, teknik bir üniversite kadar sistem kurmak lazımdır.
    Beyin vücudun toplam ağırlığının yaklaşık % 2 sini oluşturur, ancak alınan tüm oksijenin yaklaşık % 25 ini kullanır. Beynin verimli çalışması için sürekli yeterli oksijen sağlanmalıdır.